DünyaGüncel

NAEL! Nous n’oublierons pas, nous ne pardonnerons pas

Fransa'da bir genç bir kez daha polis tarafından öldürüldü. Unutmayacağız, Affetmeyeceğiz!

Fransa’da bir genç bir kez daha polis tarafından öldürüldü.

Bu cinayet, burjuva devlet ile halk kitleleri arasındaki çelişkilerin çatışmasının bir sonucudur.

Kuzey Afrika kökenli 17 yaşındaki Nael, Paris’in banliyösündeki Nanterre’de trafik kontrolü sırasında polis tarafından soğukkanlılıkla başından vurularak öldürüldü. İlk olarak gencin polise saldırdığı ve polisin de kendini korumak için ateş ettiği bildirildi. Neyse ki, olay yerini kameraya alan tanıklar sayesinde, akrabaların ve kitlelerin polis şiddetinin gerçekliğini görmesini sağlayan bir video dolaşıma sokuldu. Bu videoya rağmen burjuva medya Nael’in sabıka kaydını öne çıkarmakta gecikmedi ve onun polis tarafından tanındığında ısrar etti. Medya sürekli olarak polisi mağdur etmeye çalışırken yakın gelecekte polisin görev sırasında yaşadığı stres ve baskıya ilişkin haberler görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Hikâyenin bu şekilde anlatılması, Fransız devletinin, polis ve jandarma gibi silahlı kollarını ve medyasının sınıfsal doğasını bir kez daha teyit etmektedir. Bu cinayet, bu banliyöde gençlerin polise karşı ayaklanmasına neden oldu.

Fransa’da, özellikle Mağripli gençlerin polis tarafından öldürülmesi tartışılmaz bir gerçeklik haline gelmekte ve devletin ırkçı doğasını ortaya koymaktadır. “İtaat etmeyi reddettiği” sebebi ile vurularak öldürülen insanların sayısı sürekli artıyor. Bu artış özellikle polisin daha esnek silah kullanmasını mümkün kılan 2017 tarihli yasa ile bağlantılıdır.

Fransa, 1831’deki Canuts isyanından 1848 devrimine, 1871’deki Paris Komünü’nden burjuvaziye karşı her zaman belirli bir mücadele düzeyini koruyan işçi sendikalarının rolüne kadar toplumsal mücadelelerin tarihle iç içe geçtiği bir ülkedir ve bugün Fransa’nın gerçekliği üzerinde hala etkisi vardır. Yirminci yüzyılın başından bu yana Mağrip’ten, özellikle de Cezayir’den Fransa’ya göç önemli bir olgu olmuştur. Savaş sonrası her dönemde büyük göç dalgalarıyla, zor işleri doldurmak ve burjuvaziye ucuz işgücü sağlamak için Kuzey Afrikalılar kitlesel olarak çağrılmıştır. Son 50 yılda Kuzey Afrikalılar Fransa’daki işçi sınıfının önemli bir bileşeni haline gelmiştir ve bu gerçeği görmezden gelmek mümkün değildir. Bu göç dalgasının bir sonucu olarak yeni nesillerle birlikte, çoğunluğu öğrenci ya da proleter olan Fransa’da doğmuş gençler var ve bu topluluğun marjinalleştirilmesi, işe alımlarda ırkçılık, artan İslamofobi nedeniyle belirli bir lümpenleşme de gelişti.

Mağriplı kitleler hem sınıfsal konularda hem de ulusal, kültürel ve dini konularda (asimilasyon politikası vb.) Fransız devletine her zaman karşı karsıya gelmiştir.

Fransız devletinin bu kitlelere yönelik sürekli baskısı karşısında, Kuzey Afrikalı gençlerin Fransız kurumlarına, özellikle de polise karşı tekrarlayan ve meşru ayaklanmaları siyasi manzaranın bir parçası haline gelmiştir. Bu ayaklanmalar kesinlikle sınıf temelli olsa da Fransız işçi sınıfıyla herhangi bir gerçek yapısal ya da örgütsel bağa yol açmamıştır.

Ancak Cezayir bağımsızlık savaşı ve öncesindeki mücadeleler sırasında Cezayirli bağımsızlık savaşçıları, özellikle de UKC, FKP ve CGT (işçi sendikası) arasında gerçek ve güçlü bir bağ vardı. Bu dayanışma, 1953 yılında polisin 7 kişiyi öldürdüğü ve 50 kişiyi yaraladığı yürüyüşün de bu örgütler tarafından organize edilmesine yol açmıştır. Bu rakamlar, 1961 yılında Cezayir’in bağımsızlığı için düzenlenen bir gösteri sırasında Paris’te Cezayirlilere karşı gerçekleştirilen ve en az 300 Cezayirlinin polis tarafından katledildiği katliamla kıyaslandığında oldukça sönük kalmaktadır.

1968 ayaklanmalarının sona ermesinden bu yana, aşırı sağın Fransız siyasetinde giderek artan etkisiyle birlikte, liberaller buna karşı olduklarını iddia etseler bile, gerçekte bu artan etkiden en büyük kazançlı çıkan burjuvazidir. Çünkü ezilen Kuzey Afrikalılar ile Fransız işçi sınıfı arasındaki bu bağ, artan ırkçılık ve İslamofobi’nin bir sonucu olarak şekillenemiyor. Mağripli Müslüman kitleler devrimci harekete olan güvensizliği anlaşılabilir olsa da aşılmalıdır ve bu da Fransız ve Arap devrimcilerin elindedir.

Nael, 2005’te Zyed ve Bouna ya da 2016’da Adama Traoré ve polis tarafından öldürülen diğer pek çok genç gibi, Fransız devletinin sınıfsal şiddetinin bir kurbanıdır. Nael’in büyükannesinin sözleri önemlidir: “O iyi bir çocuktu, onları asla affetmeyeceğim“.

Unutmayacağız, affetmeyeceğiz” polis cinayetlerine karşı çıkan kitlelerin sloganıdır ve mücadele bu temelde sürdürülmelidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu