GüncelManşet

Bahar, Cemil, İsmet: Kobanê’nin çocuklarını kendi çocukları bildiler

33 DÜŞ YOLCUSU YAZI DİZİSİ-3

Nazegül Bahar Boyraz, Cemil Yıldız ve İsmet Şeker, anne ve babaydılar. Kobanê’nin çocuklarını kendi çocukları gibi bildiler, dertlerine ortak olmaya gittiler. Yüreklerinin bir yerinde, ömürlerinde ilk kez duydukları devrime tanık olma arzusu vardı. İstanbul’da iyilikle, güzellikle, umutla ve gençlerle yola çıktılar. Suruç’ta katledildiler.

KENDİ HAYATININ SAHİBİ BİR KADIN

Kimlikteki adı Nazegül. Ancak o hep “Bahar” olarak çağrılmayı sevdi. Ailesi ve dostları tarafından “Bahar” olarak çağrıldı da. Sevmediği ismi taşımak istemediği gibi, tüm yaşamı boyunca kalıplara sığamadı, kendi hayatının sahibi olarak yaşadı.

Tanıyanlar onun için “Devrimcilerin Bahar Annesi” dedi; ancak O bunun çok daha ötesinde, devrimi kendi hayatında yapmış bir kadındı.

Kobanê yolculuğu da, hem kendisi hem de Rojava’nın olmakta olan devrimine bir tuğla koyma çabasıydı.

Yola çıkmadan önce torunu Rüzgar’ın oynamadığı oyuncaklarını paketledi. Komşularından kıyafetler topladı, hepsini tek tek yıkadı, ütüledi. Birlikte yolculuk edeceği gençlerin yanında yiyecek yoktur diye, katmerler yaptı, kuru meyveler paketledi.

Eşi Bayram ile kızları Yasemin, Sultan ve Alev’e, “Kobanê’ye gideceğim” dediğinde hiçbiri “Gitme” demedi. Savaş bölgesiydi, gidip de dönmemek vardı ama akıllarından geçirseler bile “Gitme” diyemediler. Çünkü, gidecek Bahar, esecek rüzgar gibiydi, yerinde durmazdı. Durmadı da! Gitti!

Eşi Bayram gidişi ile ilgili “Bir tek Suruç’a gitmedi ki benim eşim. Bütün insani yardımların içinde yer aldı. Çünkü onda insan sevgisi vardı. O Kobanê’deki çocuklara, kadınlara ümit vermek için gitti” diyor.

Küçük kızı Alev, “Giderken emindi” diye anlatıyor tanıklığını. Kızlarından, ailesinden kısa süre de olsa ayrıldığı için üzgündü ancak bir o kadar da emin.

Ne yapacaktı Kobanê’de?

“Kalır, gençlere ekmek pişiririm” diyordu. Elinden çıkan yöresel yemekleri, Maltepe’de yemeyen kalmamıştı ya, sıra Kobanê’deydi.

Dönmemek aklında var mıydı? Bilen yok. Ama “Gelemezsem…” diye de cümleler kurdu. Çünkü gittiği yerdeki savaş gerçeğinin farkındaydı. “Kalırsam, orada çocuklara ekmek yaparım” diyordu hep.

Kızı Yasemin’in deyimiyle “Anadolu hümanizmasını benimsemişti.” İnsanların dini, dili, ırkı O’nun için bir şey ifade etmiyordu. CHP’nin aktif üyelerindendi, ama evinin kapısı tüm devrimci ve yurtseverlere de açıktı. Sofrasındaki ekmeği herkesle paylaşmaya hazırdı. Hiç tanımadığı, evinin önünden geçen insanlarla bile…

Bu anılardan birini eşi Bayram Boyraz anlatıyor: “Bir gün beni aradı, ‘Bayram gelirken iki ekmek daha al’ dedi. ‘Hayırdır Bahar’ deyince, ‘Gelince anlatırım’ yanıtını verdi. Eve gidince öğrendim ki, iki işçi yolda yürürken ceplerindeki para ile köfte yiyip yiyemeyeceklerini hesap ederken görüyor. Onları eve yemeğe davet ediyor. İki işçi önce çekiniyor ancak sonra geliyor. Bunun gibi birçok insanı sofrasına konuk etti, ekmeğini paylaştı.

Mahallenin devrimci gençlerini afiş yaparken mi gördü, çayı ocağa koyar, sofrayı kurar, ardından gençlere haber verirdi: “Gelin, sabahtan beri açsınızdır, yemek yiyin, çay için.”

Paylaşımcılığının yanı sıra eylemci, militan bir kadındı da. Sivas’taki 2 Temmuz mitinglerinden Abdal Musa Şenlikleri’ne, devrimcilerin anmalarından çetelere karşı yapılan eylemlere kadar her yerde, en önde O vardı.

Öyle ki, Gezi Direnişi sırasında annelerin gerçekleştirdiği “el ele tutuşarak parkı korumaya alma” eylemine katılamadığı için kızı Yasemin’e, “Aşk olsun kızım, niye haber vermiyorsun” diye sitem edendi.

Hayatının her anını büyük bir emekle var etti. 53 yaşına geldiğinde, “Bir gün lazım olur” diyerek önce okuma yazmasını geliştirdi, ardından ehliyetini aldı.

Yöre derneğinin de aktivistlerindendi. Derneği kahvehaneye çeviren miskin erkeklerle yıldızları hiç barışmazdı. Bir gün derneği bastı. “Kadıköy’de kadına yönelik şiddete karşı eylem var. Siz neden burada otuyorsunuz? Bir de Aleviyim, solcuyum diyorsunuz” dedi. Dernekte kim var kim yoksa toplayıp eyleme götürdü.

Kendini severdi. Aynaya baktığında kendini güzel görmek isterdi. Güzel bir kadındı da. Kızı Bahar’ın anlattığına göre, oğlunu ziyaret için cezaevine gittiği günlerde, makyajsız evden çıkmazdı. Hem oğlu kendini bakımsız ve kötü halde görürse üzülmesin isterdi hem de devletin karşısında hayattan bezmiş bir halde görünmek istemezdi.

Sinema izlemeyi severdi. “Hükümet Kadın” favorisiydi. Ailecek kimbilir kaç kez izlenmişti. Kızı Yasemin, “Hükümet Kadın’ı, annem hep bana benzetirdi” diyor. Ben ise “Hükümet Kadın”da Bahar Anne’yi gördüm.

Yasemin, “Annem insanların yaşama sevinciydi” diyor ve ekliyor: “Bizim eve gelen herkes gülerdi.

Hayali vardı, Suruç’tan döndükten sonra Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin Doğanlı Köyü’ne ev yapacaktı. Eylül ayında gideceklerdi. Olmadı.

Geriye aynı düşü takip etmekten vazgeçmeyen kızları ve eşi ile gülerek anlatılan anıları kaldı.

EMEKÇİ, KEYİFLİ, HAKKANİYETLİ

İsmet Şeker, İstanbul’un Gazi Mahallesi’nden düştü yolu. Takip ettiği kendinden önce yola düşen oğlu Mustafa Can Şeker’in, YPG’deki adıyla Şiar Koçgiri’nin ayak izleriydi. Şiar Koçgiri, tarihi Kobanê savunması günlerinde 22 Ocak 2015’te yaralandı, 27 Ocak’ta Diyarbakır’da tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi.

Babanın içine uhte kaldı, hem oğlunun yüzünü çevirdiği toprakları görecekti, hem de oğlunun yaşadığı olanaksızlığı diğer savaşçılar yaşamasın diye Kobanê’nin yeniden inşasına bir katkı sunacaktı, sağlık ocağı inşasına katılacaktı.

Aslında Gazi Mahallesi’nde tanıdığı herkese Kobane’ye gitmek istediğini söylüyordu. Geçtiğimiz Temmuz ayında SGDF’li gençler, yanına giderek, “Baba biz gidiyoruz. İstersen sen de gel” deyince, kızı Dilek’in anlatımına göre, İsmet Şeker sevinçten ağladı.

Emekçi bir insandı İsmet Şeker. Oturuşu, kalkışı, konuşması, gülüşü, elleri, yüzleri ile emekçiydi. Aslında bu emekçiliği ile devrimin inşasına katılmaktı niyeti. Bir dükkanı vardı, satmıştı. Giderken birikmiş parasını aldı. “Ben temelini atayım hastanenin, param nereye yeterse. Mutlaka benim gibi duyarlı insanlar vardır. Onlar da devam ettirir” diyordu. İnşaat ustasıydı. Kızı Dilek’in deyimiyle “Belki bir evin penceresi yoktur, sıvası düşmüştür onları yaparım. Tezgah yaparım. İçim rahat olur. Sonra gelirim. Babamın tüm derdi aslında bir hayır yapmaktı, birisinin yarasını sarmaktı” diyordu.

Bir başka arzusu da Gazi Mezarlığı’nda yatan oğlunun mezarının üzerine, uğrunda savaştığı Kobanê’nin toprağını koymaktı.

Emekçi olduğu kadar da hakkaniyetliydi, adildi. Suruç’a vardıkları gün, SGDF’liler, “Baba şehit ailelerinin geçişine izin veriyorlar. İstersen, hemen seni kapıya götürelim, sen geç” diye önerdiğinde yanıtı sert oldu: “Birlikte geldik, birlikte geçeceğiz.

Yoksulluk içinde büyüdü. Çocuk yaşta ayrılmak zorunda kaldığı annesini yıllar sonra gördü. Hayatı boyunca çalıştı. Sivas’tan İstanbul’un Gazi mahallesine geldi. Oturduğu evi kendi elleriyle yaptı.

Kızları Dilek ve Yağmur’un anlattığına göre, çocukla çocuk, gençle genç olurdu. Kimseyle küs olamazdı. Tavla oynamayı severdi, bir de semaverle çay içmeyi. Gülmeyi severdi. Dilek, “Ağlamayı beceremezdi” diyor. Kovboy filmleri izlemeye bayılırdı. Bir zamanlar, oğlu Mavi ile her Pazar izlerdi.

Emeğiyle yaşadı İsmet Şeker. Yaşatmaya da gitmişti. Ancak katledildi. Dilek ve Yağmur’un hayatına, 2015 yılının altı ayında üç ölüm girdi. Önce kardeşleri Şiar Koçgiri’yi kaybettiler. Ardından anneleri Zahide’yi. 20 Temmuz’da da babalarını. Ancak acılarını dirence dönüştürerek, adalet mücadelesinin içinde yer aldılar.

BAŞKA İNSANLAR İÇİN YAŞADI

58 yaşındaydı yoldaşlarının “Cemil Abisi”. İsmet Şeker ve Nazegül Boyraz ile birlikte gençlerin arasına katıldı.

Cemil Yıldız, “Sizin ne işiniz var gençlerin arasında?” diye soranlara, “Bizler işçiyiz, devrimin işçileriyiz. İnşaatlarda çalışmaya gidiyoruz” diyerek tuttu devrimin yolunu.

Lise yıllarından itibaren devrimci yaşadı. Kastamonu’da Abdurrahman Lisesi’nde okurken tanışıyor devrimci düşünceyle. Hayat yoldaşı Sultan’ın anlattığına göre; okulda sağ-sol ayrımını görüyor ve ardından okumaya başlıyor. Sultan Yıldız o günler için “Okudu, araştırdı ve özel mülkiyet ile komünal yaşam arasında bir seçim yaptı. Hayatının sonuna kadar da bu seçimine bağlı kaldı. Hep komünal yaşamı düşledi” diyor.

Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi’nde okudu, öğretmen oldu. Ancak siyasi çalışmaları nedeniyle öğretmenlik yapamadı. 12 Eylül darbesinden kısa süre önce, Diyarbakır’da hapishanedeydi. 12 Eylül döneminde de 4.5 ay Elazığ hapishanesinde kaldı. Burada yaşanan isyan nedeniyle verilen 3,5 yıl hapis cezasını, Bartın ve Sinop hapishanelerinde yattı. Sonrasında ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşti. Geçinebilmek için lokantacılıktan gelinlik dikimine kadar çeşitli işler yaptı. Ancak devrimci siyaset her daim hayatlarının bir parçası olmaya devam etti. ESP’nin çeşitli alanlarında çalışma yürüttü. ESP Esenler İlçe Başkanlığı yaptı. Devrimci tutsaklar için çalıştı. 7 Haziran 2015 seçimlerinde Sinop’ta HDP’den milletvekili adayı oldu.

Naif bir insandı. 33 yıllık mücadele yoldaşı Sultan da, “33 yıl boyunca beni hiç incitmedi” diyor ve ekliyor: “Biz birbirimizi çok sevdik. O’na aşıktım, O da bana. Cemil Sünni, ben Alevi’ydim. Ailem ilk başta çok karşı çıktı. Ancak biz 33 yıl önce bu tabuları yıktık. Cemil, bizim köyde de herkesin düşüncesini değiştirdi. Elbette tartışmalarımız oldu. Onlar da hep çalıştırdığımız dükkanla ilgiliydi. Cemil öyle bir insandı ki, evde yemek mi yapılacak, temizlik mi yapılacak hiç söz konusu olmazdı. Cemil tüm bunları kendi işi olarak görür ve yapardı. Hayatımızı her zaman kolaylaştırırdı.”

Cemil ile birlikte Rojava üzerine de bolca konuşmuşlar. Sultan, “Cemil siyaseti ev dışında yürütmezdi, evde de her konuda konuşurduk” diyor.

Oğlu Suphi tehlikeli olduğu için gitmesini istememiş. Kızı Gamze ise “Önce nereye gittiği ile çok ilgilenmedim açıkçası. Ancak konuştuktan sonra gidişinin anlamını fark ettik. Zaten babamın gerçek mücadelesini, O şehit düştükten sonra anladım” diyor. Gamze babasının hazırlıklarına katılmış, ilaç toplamış. “Gidemedik ama onu içimizde rahat bir şekilde göndermek için elimizden gelen katkıyı koymaya çalışmıştık” diyor.

Sultan da “Gençler gidiyor, sen nereye gidiyorsun. Artık dur bir yerinde” diye itiraz etmiş. Bunun üzerine Cemil, “Sen de gel Sultan, birlikte gidelim” demiş. Birlikte gitmeyi de düşünmüşler. Ancak sağlık sorunları nedeniyle Sultan Yıldız’ın yolculuğa katılımı ertelenmiş.

Sinoplu Cemil’i durdurmaya hiçbir şey yetmedi. Devrimci kararlılığa bir de Karadeniz inadı eklendi ve 19 Temmuz’da İstanbul’dan yola çıktı.

Çok mutlu gitmiş Cemil. Mutlu, keyifli. Çünkü, 58 yaşında bir devrime tanıklık edecekti.

Hep bir yerlere giderdi. Kızı Gamze, “Babam Ankara’ya giderdi, Hatay’a giderdi. Oraya giderdi buraya giderdi. Canlı kalkan olmaya giderdi. Babam hep giderdi” diyor ve ekliyor: “Babam hep en zoru seçerdi ve orada olması gerekirdi O’nun.”

 

Eylem kadar gezmeyi de severdi. Hayat yoldaşı Sultan, büyük bir keyifle anlatıyor: “Pikniğe giderdik, spora giderdik. Gezmeye giderdik, tatillere giderdik. Onlar çok güzeldi. En son Feti’lerle (Suruç şehidi Çağdaş Aydın’ın babası) birlikte Sinop’a gitmiştik. Çok güzel bir tatil yapmıştık.”

Futbol oynamayı çok severdi. Oynarken de hırslıydı. Oğlu Suphi Nejat o günler için, “Babam iyi oynardı çünkü çok severdi. Babam günde 24 saat spor yapsa ‘yoruldum’ demezdi. Eskiden de güreşçiydi, milli güreşçiliği vardı ve milli takım yedeklerine girmişti. O zamandan kalma bir hırsı vardı. Çok disiplinliydi, takdir ettiğim yönlerinden biri de buydu. Mesela Cumartesi, Pazar dahil her gün sabah altıda kalkar, tıraşını olur, kahvaltı hazırlanacaksa kahvaltı hazırlar, dükkana gidilecekse dükkana giderdi” diyor.

Sakin biriydi. Sinirlendiğini pek gören yok. Sultan Yıldız sık sık “Allah aşkına senin sinirlerin mi alındı?” dermiş. Özellikle de İstanbul trafiğinde: “Ben sinirlenirdim, direksiyonda O olurdu ama gülerdi. ‘Boşver geçsinler’ derdi. Herkese yol verirdi. Öyle bir adamdı. Ama sinirlendiği zaman da ayarını kaçırırdı.”

İyiliğiyle, güzelliğiyle, neşesiyle, kararlılığıyla bu dünyadan bir Sinoplu Cemil geçti; keyifle, neşeyle anlatılacak anılarını ve dünyayı değiştirme umudunu bırakarak.

Yarın: Eskişehir’den giden Alper Sapan, İstanbul’dan giden Vatan Budak ve Uğur Özkan, Yüksekova’dan giden Süleyman Aksu.

 

Kaynak: Etha (Arzu Demir)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu